1 Haziran 2009 Pazartesi

YUSUF BAŞARAN

Bütün Başaran’ları Ruhi Su dolayısıyla tanımıştık; Büyük Usta, Yusuf Başaran Dede ile oğlu Mustafa Başaran’dan derlediği türkü ve deyişleri Semahlar uzunçalarında kullanmış, bize unutulmaz bir armağan daha kazandırmıştı.
Başaran ailesinin dört çocuğu da Ruhi Su Dostlar Korosu’unda çalıştı yıllarca; koro dağıldıktan sonra da aileyle yakın dostluğumuz sürdü; Mustafa Başaran’la çocuklarının Şişi’deki çatı katı katımızda verdikleri şölenleri hiç unutmadık. O tadına doyulmaz gecelerde özellikle Mustafa Başaran’ın söylediği, kaydettiğim türküleri hala gözümün bebeği gibi saklıyor, zaman zaman içim sızlayarak dinliyorum: çünkü Ruhi Su nasıl eğitim görebilmiş yorumcuların doruğu idiyse, bence, Mustafa Başaran da geleneğin yetiştirdiği doruktu. Onun türkü ve semahlarını başka hiç kimse o kadar çarpıcı biçimde söyleyemiyordu; bundan sonra da söyleyen çıkmayacak korkarım.
Yusuf Başaran, geçende Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’nde, iki ustasının, Ruhi Su ile Mustafa Başaran’ın türkülerinden oluşan bir dinleti verdi. Ustalarının ikisine de çok saygılı davrandı; onlardan devraldığı yorumları hiç bozmadı; sazı zaten çok ustaca çalıyor; sesini de kendi sınırlarını bilerek, olmayana özenmeden, duyarlı biçimde kullandı.
Tıpkı öbür ünlü Kültür Merkezi, Nâzım Hikmet gibi bu ekin yuvası da tıklım tıklım kız oğlan doluydu gittiğimizde; ama dinletiye çıkmadı o gençler – öbüründeki güzelim gösterilere, söyleşilere, filmlere gelmeyip aşağıda tavla oynamaları, Taraf ya da Radikal okumayı sürdürmeli gibi.
Aslında bugünkü hazırlıkları, kişilik yapılarıyla iyi ki gelmiyor, dinlemiyorlar, çünkü beyinlerinde bu ince güzellikleri almaya yetecek birikim yok.
Buna karşılık, dinleti sırasında tam önümüze iki hanım geldi; onlar belli ki o güzelim Alevi geleneğiyle yetişmiş, sayıları gittikçe azalan insanlardandılar; hele biraz daha yaşlı olanı Yusuf çalıp söylerken sürekli gözün sildi, ellerin iki yana sallayıp oturduğu yerde semahlar yaptı.
Sözün kısası, uzun süredir yaşamadığımız bir gün yaşattı Yusuf Başaran bize; halkımızın güzel deyişiyle, elleri dert görmesin!
Bir teşekkür de kapılarını bu tür nitelikli etkinliklere açık tutan Barış Manço Kültür Merkezi’ne, yöneticisi Cuma Bolat’a elbet.
*
İş Bankası Kültür Yayınları, Ruken Kızıler yönetimindeki araştırma-inceleme dizisinde Cavit Orhan Tütengil’in Bütün Eserleri’nin ilkini basıp gönderdi: Atatürk’ü Anlamak ve Tanımlamak.
Deniz Tütengil Mazlum’un danışmanlığıyla yayına hazırlanmış kitaba Server Tanilli bir önsöz yazmış; biçimlendirme yine Birol Bayram’ın; gerekli dipnotlarını hazırlayan, düzeltileri yapansa Pınar Güven.
En güzeli bu değerli yapıt almanızdır elbet; ben yalnız kitabın sonundaki “Özet Olarak” adlı bölümden kısa bir alıntıyla yetineceğim:
“14. Atatürkçülüğün ilkeleşen başlıca hedefleri, ulusal tam bağımsızlık, çağdaşlaşma, ulusal egemenliktir. Yeni kurulan devletin dışa karşı tam bağımsız olması, içte de ulusal egemenliğe dayanan bir yönetim öngörmesi ve toplumu çağdaş uygarlık düzeyinin bile üstüne çıkarmak istemesi, Atatürkçülüğün aynı zamanda temel ülküsüdür. Bu ülküsel hedeflere ulaşabilmek için de halkçılık, devletçilik, devrimcilik, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik ilkeleri yöntem olarak, araç olarak benimsenmiştir. Hepsinin özünde de akılcı bir felsefe yatmaktadır.
Atatürk ilkeleri bu amaçlara ulaşma yolunda bir bütündür; tek tek ele alınıp yorumlanamaz ve uygulanamaz. Atatürk Devrimi ve Atatürkçülük belirli siyasal yönlerden değil, Türkiye ve dünya gerçekleri açısından bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Yeniliğe, ileriye dönük bu ulusal devrimci dünya görüşü, inanıyoruz ki gün geçtikçe yeni çağdaş yorumlarla tarih içindeki gerçek sağlam biçimde alacaktır. (1973)”
Atatürk’ün sağlam ilkeleri yerli yerinde duruyor, düşünsel olarak; ama küresel yağmaya doyamayan şaşkın açgözlüler 10 Kasım 1938’den beri, dünyanın dört bir yanından amansızca saldırıyorlar bu ilkeleri de, Türk ulusunu da, hattâ o benzersiz insanın adını bile yeryüzünden ve üstünde yaşayanların belleklerinden silip atmak için. Ben de buna küresel harakiri diyorum; bakalım hangi atılım ağır basacak: bugün Fidel’de, Chavez’de, Morales’te yaşamaya devam eden Atatürk bakışı mı, bir avuç zırdeli uğruna şu güzelim mavi gezegeni harcama mı?
*
Kaynak Yayınları yeni kitaplarını gönderdi; bunların ilki sıra dışı bir insana, sevgili İlmiye Çığ’a saygı için basılmış: Muazzez İlmiye Çığ’a Armağan Kitap:Cumhuriyet’e Adanan Ömür.
Alt başlık çok doğru, gerçekten ömrünü Atatürk Cumhuriyetine, aydınlığa adamış İlmiye Çığ. 1914’te başlayan yaşamının 70 yılını insanlığın gerçek uygarlığının izlerini, kanıtlarını bulup göstermeye harcamış; ne büyük bir talih, ne dolu, tutarlı bir yaşam!
İkinci kitap Hüner Tuncer’in önemli bir incelemesi: Diplomasinin Evrimi/ Gizli Diplomasiden Küresel Diplomasiye. Sevgili Hüner Tuncer, adın yakışan bir hünerle, diplomasi denen uluslar arası ilişkilerin Hitit ve Mısı’dan başlayıp günümüze dek geçirdiği evreleri ayrıntılı olarak inceleyip gözler önüne seriyor yapıtında.
Sonraki iki kitap, Yıldırım Koç’un, Emekçi Kitaplığı dizisinde basılmış 3. ve 4. çalışmaları: İşçi Sınıfı ve Sendika Sorunlarına Ulusalcı Çözüm ile Emperyalizm Ve Türkiye Sendikacılığına Etkileri. Adlarından anlaşılacağı üzere, emekçilerin somut sorunlarını ele alan iki çalışma.
İki yeni şiir kitabı da Berfin’den geldi: Mine Özdemirtaş’ın Gece Zamandır Sadece adlı yapıtı ile Ayla Yakıcı’nın Karanlığın İçindeki Işık/Işığın İçindeki Karanlık’ı.
*
Sevgili dostum İbrahim Zaman, Belediye’nin Taksim Sanat Galerisi’nde, iki salonu dolduran sıra dışı bir sergi açtı. Fotoğraf sevenler onun bu yıl sanatsal uğraşında 50. yılı tamamladığını biliyordur. Sergi de zaten bu emeği taçlandırmak üzere düzenlenmiş; bir de kitap basmışlar, özenle: İbrahim Zaman, Işığın İzinde 50. Yıl.
Umarım sergi açıkken gidip kendinize, şu karman çorman toplumsal-siyasal ortamda, gerçek bir görsel şölen çekmişsinizdir.
Gözümün bebeği İbrahimcim, ışıklı yolun hiç kapanmasın canım!
*
Sağolsun, Ruken Kızıler beni Kırmızı yayınlarından Pınar Güven’le tanıştırdı, o da yayınları yöneten Fahri Özdemir’le; geçen sabah çaya gittim, söyleştik, hem yayınevini, hem yayınları gördüm. Yanlış anımsamıyorsam, sevgili Özdemir İnce Can yayınlarından ayrılırken kuruluyordu bu yayınevi; şimdiye dek bastıklarına baktım da, epey güzel, önemli yapıt kazandırmışlar okura. Çıkarken bir bölümün armağan ettiler, onları da anayım.
İlki, 2009 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazanan Gönül Çolak’ın kitabı: Komi ve Kemikler.
Arka kapağında Tarık Dursun’un, Ülkü Tamer’in övgüleri; okunacakların başına koydum elbet.
Joseph Heller’den bir roman, Sanatçının Yaşlı Bir Adam Olarak Portresi. Dilimize Ülker İnce kazandırmış.
Bir roman da ünlü besteci Ravel’in son on yılını anlatan gerçekle kurmaca arası bir çalışma; Jean Echenoz yazmış, Beki Haleva çevirmiş,
Üçüncü romansa, Bortho Strauss’ın Evlerde Uyun Uyanık Yalanlar’ı; bu yapıtı da dilimize Yılmaz Onay kazandırmış.
Son kitap, günümüzün, çağımızın yarattığı temel bir sorunu ele alıyor: dünyamızın kaynaklarına el koymak, üzerinde yaşayanları sessiz, tepkisiz, sıradan emekçi yığınlarına dönüştürmek isteyen Batılı sömürgecilerin, üstelik çoğu zaman içlerinden akıllı yetenekli çocuklarını alıp 365 gün, 24 saat akla gelen gelmeyen tuzaklar kurmakta kullandıkları halk topluluklarının yavaş yavaş eritilmelerini, kimliksiz kişiliksiz bırakılmalarını irdeliyor; bu topluluklardan üçünü seçmiş, onların yok edilişini incelemiş. Yazarı, Ali Murat İrat; yapıtın adı, Modernizmin Erittikleri: Süniler, Şiiler ve Aleviler.
Görüldüğü gibi, iş olsun diye basılmamış, insanı düşünmeye, uyanık kalmaya çağıran yapıtlar hepsi. Emeği geçenleri kutluyorum.
Çalışkan-üretken dostum Ahmet Say da kitaplarını gönderdi. Kimisini kendisi Müzik Ansiklopedisi Yayınları’nda basmış: Müzik Öğretimi, Müzik Yazıları,Müzik Tarihi ve üç kocaman ciltlik Müzik Ansiklopedisi.
Öbürleriyse Evrensel Basım Yayın’ın: Mozart, İpek Halıya Ters Binen Kedi, Kocakurt adlı roman, Güneşin Savrulduğu Yerden/Bingöl Hikâyeleri.
Oğlu Fazıl Say’ın da iki çalışması çıktı kutudan: Ahmet’in Müzik Ansiklopedisi Yayınları’nda bastığı Uçak Notları ile Fazıl’ın Metin Altıok’un şiirlerine dayanarak yazdığı-bestelediği Metin Altıok Ağıtı.
Söz sevgili Metin Altıok’tan açılmışken, yazıyı onun bir şiiriyle bitirelim.
SONE- I
Sevgilim bak, geçip gidiyor zaman;
Aşındırarak bütün güzel duyguları.
Bir yarım umuttur elimizde kalan,
Göğüslemek için karanlık yarınları.
Ağzımda ağzının silinmez ılık tadı,
Damağımda kösnüyle gezinirken;
Yüreğimde yılkı, aklımda ölüm vardı,
Dışarıda rüzgâr acıyla inilderken.
Unutulmuyor ne tuhaf dünyanın işleri,
Seninle bir döşekte sevişirken bile.
Düşünüyorum hüzünlü genç anneleri,
Çarşılarda, pazarda ellerinde file.
Bu kekre dünyada yazık geçit yok aşka;
Bir şey yok paylaşacak acıdan başka.

Hiç yorum yok: