24 Ocak 2007 Çarşamba

“GİZLENEN ATATÜRK”

Ulusal Kanal 11 hafta, Pazar akşamı, çok önemli bir belgesel gösterdi: Gizlenen Atatürk.
Mustafa Kemâl, Anadolu’daki ulusal güçleri bir araya getirmek üzere düzenlediği Erzurum ve Sivas Kurultayları’nın ardından Ankara’ya gelir gelmez, giderini cebinden karşılayarak, bir gazete çıkarmaya başlar: Hâkimiyet-i Milliye (Ulusal Egemenlik). Onun yönetimindeki Türk ordusu Çanakkale’de İngilizleri bozguna uğratmış olsa da, 1.Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Almanlara ayak uydurarak yurdumuzun parçalanması anlaşmasını hem de Çanakkale Boğazı’nı çarpışarak geçemeyen Agamemnon gemisinde imzalayan Padişah’ın buyur etmesiyle İzmir’den başlayıp yurdumuzu yakıp yıkan Yunan ordularına karşı düşünsel hazırlık için elbette vazgeçilmezdir bu gazete. Hadiye Bolluk’un eski yazıdan Türkçe’ye aktardığı, Kurtuluş Güran’ın da yalınlaştırdığı yazıları Kaynak Yayınları “ Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi:Hâkimiyet-i Milliye Yazıları”adıyla basmış. Belgesel bunlara dayanıyordu.
Bütün büyük devrimciler gibi, ülkesinin, dünyanın o gün içinde bulunduğu durum ve koşulları eksiksiz bilen Mustafa Kemâl, 20 Temmuz 1920 tarihli başyazısında, önce düşmanı saptıyor: “En büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan ulustur; o, bütün dünyaya egemen olan ‘anamalcılık’ yıkımı ve onun çocuğu ‘buyuruculuk’tur”
Bu saptamayı yaparken, yine çok sağlam bir küresel değerlendirmede bulunuyor: “Başta İngilizler, bütün Batı, yüzyıllardır Doğu uluslarını, Asya’yı, Afrika’yı, Güney Amerika’yı amansızca sömürmüştür; ama artık buralarda yaşayan halklar uyanıp ayaklanmaya başlamıştır; anamalcı Batı bu uyanış karşısında tiril tiril titremekte; onu önleyebilmek için, kilit noktada bulunan Anadolu’yu öncelikle ve kesinlikle ele geçirmek istemektedir. Yunan, onların maşasıdır yalnızca.”
Bu oyunu bozmanın yolu, hemen hemen aynı zamanda başlayan ve varlığını onun Çanakkale savunmasına borçlu yeni Rus yönetimiyle, Lenin önderliğindeki Sovyetler Birliği ile işbirliği yapmaktır. Gereken yapılıyor, Türk ordusu Güney’den, Rus ordusu Kuzey’den, İngiliz oyunlarını Azerbeycan’da bozuyor. Böylece iki ulus arasında sıkı bir dayanışma başlıyor. Bu dayanışma yeni toplumsal yapının kuruluşunda ortak adımların atılıp atılamayacağının araştırılmasını da kaçınılmaz olarak gündeme getiriyor elbet; ama Büyük Önder, şaşmaz gerçekçiliğiyle, Rusya’daki denemenin burada tıpatıp uygulanamayacağını görüyor ve 12 Ekim 1920 tarihli İki Ortaklaşmacılık başlıklı yazısında tanıyı koyuyor: “Türkiye’de, devlet ortaklaşmacılığı uygulanacak; çünkü Anadolu’da ne gerçek anlamda anamalcı var, ne de işçi”
Dolayısıyla, Cumhuriyet’in kuruluşundan başlayarak bütün yurtta bir atılım, yapım başlıyor; üretimlikler, demiryolları, aklınıza gelen bütün altyapı. Bunlara da Sovyetler’in büyük yardımları var elbet. Dostluk ve işbirliği o kadar yakın ki, belgeselde gösterildi, zamanın büyükelçisi Aralof da, adı verilmeyen kimi Rus subayları da, 26 Ağustos Büyük Saldırısı’ndan önce, Afyon’da, Mustafa Kemâl’in yanında, hattâ Kocatepe’deler.
Bu işbirliğinin doğal sonucu olarak, 1933’te, Cumhuriyetin 10. Yıl kutlamalarına Voroşilov yönetimindeki bir kurul çağrılıyor; gelenler arasında bir de sinemacı var, Sergey Yutkeviç. Belgeselin 11. son bölümü, çok yerinde olarak, onun çektiği, 1969’da TRT’de bir kerecik gösterilip yasaklanan Türkiye’nin Kalbi Ankara’ya ayrılmış.
Sovyet konukların Karadeniz’den Boğaz’a girişleri, Dolmabahçe önlerine gelişleri görülmeye değer: bindikleri geminin dört bir yanı, bütün kıyılar çığlık çığlığa haykıran, ellerindeki Türk ve Sovyet bayraklarının sallayan teknelerle, insanlarla dolu.Vali’nin Pera Palas’ta verdiği öğle yemeğinden sonra, aynı gün trenle Ankara’ya doğru yola çıkılıyor; trenin geçtiği her yerde halkımız yine Voroşilov’la yanındakileri büyük coşkuyla selamlıyor. En sonunda, Ankara’da, Cumhuriyet Bayramı için yapılan büyük geçit; henüz çırıl çıplak Anadolu bozkırında, derme çatma tahta tribünde mutluluğu her yanına yansımış Büyük Önder.
Ulusal Kanal, Serkan Koç yönetiminde çekilen bu çok önemli belgeseli yakında yeniden gösterecek; ama bütün hukuk kuralları, yargıç kararları çiğnenerek Ulusal Kanal kablolu yayından atıldığı için, çanağı olmayanlar göremez elbet; ama onlar için de bulunmaz bir çözüm var: Kaynak Yayınları, 11 bölümlük belgeselin cd’sini basmış, yazılarla birlikte bütün büyük kitapçılarda satıyor. Nereden nereye getirildiğimizi, kendimize gelebilirsek nereye gitmemiz gerektiğini görmek istiyorsanız, hemen alın.
Cumhuriyet, 24 Ocak 2007

Hiç yorum yok: