1 Nisan 2006 Cumartesi

“DÜNYA TUTULMASI”

Bu, ozan dostum Çiğdem Sezer’in Yom Yayınları’nca basılan kitabının adı. Karadeniz kıyılarından koşup gelip Ankara’ya konmuş bu kadınlara zindan ettiğimiz yaşamın öfkesiyle dopdolu bacım, bıçak gibi şiirler yazıyor. Birini paylaşalım:

İncirin Nar’a Küsmediği

çatıya değmeyen yağmur bahçeyi sınar
uzar saçları incirin

ölü bir sevgili göl
göğsündeki saatte
çürüğünü arar

öyle dağılmış ki nar
emzirdiği gül kokar

dünya, mağara
büyük zaman tapınağında
yağmurun çatıya değmediği
okunuyor ordan bakıldığında

insan
öyle ağır ki yağmurdan
kultulduğunda

dilim beni çöz
ya da bağla
incirin nar’a
küsmediği zaman

ben değilim konuşan
içimdeki mağara

Başka bir onurlu savaşçı, eşini bu yağmacı düzensizliğe kurban vermiş olan Şengül Hablemitoğlu, Toplumsal Dönüşüm Yayınları’nın bir zamanlar bastığı iki çalışmasını yolladı: “Küreselleşme:Düşlerden Gerçeklere” ve “Toplumsal Cinsiyet Yazıları:Kadınlara Dair Birkaç Söz”.
Çiğdem gibi şu baskıcı ataerkil düzenin bütün acıları çekmiş, çekmekte olan Şengül de, aslında erkekleri de kurtarmak üzere, yürürlükteki eşitsizlikleri, haksızlıkları, çarpıkları irdelemiş iki yapıtında da.
Ama gördüğüm kadarıyla, bütün dünya, aynı zamanda, el ele içinde çürümekte olduğumuz anamalcı üretim-tüketim-eğitimden kurtulmaya başlamadıkça, söylenenlerin, söyleneceklerin hepsi şimdilerde yaşadığımız başka bir sayfadaki, Atatürk, Kurtuluş Savaşı, Gazilerimiz sayfasındaki gibi, eskiyi anıp avunmaktan; geçmiş başarılara övgüler yağdırmaktan öteye geçemeyecek.
Öteden beri düşünürüm, insanlar köyde yaşarken tarıma dayalı bir ekin, bir uygarlık oluşturmuşlar; ama köyleri büyütüp kasabalara kentlere geçtiklerinde; el üretiminden işleyimsel üretime sıçradıklarında, artıdeğere el koyup başkasının sırtından geçinme hastalığına yakalandıklarında sağlarını sollarını şaşırmışlar; ağızlarından düşürmedikleri insanca değerler yele verilmiş; şimdi onların ardından ağıtlar yakmakla vakit geçiriyorlar. Oysa gidiş çok ciddi, tehlike çok büyük: aslında evrende enerji, onun özdeğe dönüşmüş en küçük zerresi alabildiğine değerli, önemli; üstelik tıpkı güneşin kendisi gibi, sınırlı; dolayısıyla şımarık anamalcı toplumların yalanına ayak uydurup boşa harcanmaması, son derece tutumlu kullanılması gerekiyor. Bu gidişle, arkamızdan, bizim dinozorlara yaptığımız gibi, öykümüzü yazacak canlı kalmayacak yeryüzünde.
Bir başka hanım arkadaşım, ressam Nevin Çokay, son çalışmalarını Kızıltoprak Sanat Galerisi’nde sergiledi.
Nevin de siyasal-toplumsal bilincini geliştirmiş, geliştirmekte olan dünya yurttaşlarından; dolayısıyla emekten emekçiden yana seçimini yapmış bilinci yapıtlarına yansıdı hep. Bu kez öyleydi; ayrıntıdaki küçük değişimlerle kendi özgül anlatımını sürdürmüştü.
Yine bir kadın savaşçının, Cumhuriyet savunucusu Mahiye Morgül’ün de iki yapıtı yayınlandı art arda; birini Kök Yayıncılık bastı: “İlk Çocuklukta Müzik Nasıl Öğretilir: Oynayarak Yaşayarak Öğren.”
İkincisi Otopsi Yayınevi’nden: “Eğitimde Emperyalist Kuşatma”.
Mahiye bir öğretmen, müzik-drama öğretmeye çalışarak geçirdi yaşamını; bu yıl emekli oldu. Enerjisi, inancı sınırsız; okuldaki çalışması ona hiçbir zaman yetmedi haklı olarak; ayrıca doğduğu kentin yerel gazetesine, Zümrüt Rize’ye yazdı çığlıklarını sürekli olarak; şimdilerde birçok sitenin gönüllü yazarı.
ABD’nin, AB’nin, bütün şımarık, sömürücü Avrupalıların yurdumuzu ve kaynaklarını nasıl hırsla paylaşmak istediklerini çok iyi biliyor; ve elinde, hepimiz gibi, kalemden başka silah yok; o bu silahla savunmaya çalışıyor canını, canlarımızı.
Siz de canınızı, yurdunuzu, bağımsızlığınızı seviyorsanız, hemen alın bu yapıtı; Mahiyecim, su katılmamış bilinci, coşkusuyla size gözünüzden kaçanları anımsatacaktır.

Berfin/Bahar. S.98, Nisan 2006.

Hiç yorum yok: