1 Şubat 2006 Çarşamba

SÖMÜRÜCÜ BATI KARŞISINDA “OKUTULMUŞ” KİMİ TÜRKLERİN DURUMU

Önce kısa bir özetleme:
Dünyamız, bundan yaklaşık 15 milyar yıl önce, bir kara delikteki acunsal enerjinin Büyük Patlama’nın ardından evrene yayılmaya başlamasıyla oluşmuş; evrende devinen enerjinin sayısız gökadayı (galaksiyi); onlardan birinde güneşi ve uydularını oluşturması da epey zaman almış elbet. O uydulardan birinde , yerkürede hidrojenle oksijenin sarılışması sonucu oluşan su, öbür gezegenlerde bulunmayan okyanusları yaratmış.Bu okyanuslarda yeni bir canlı türü, suyosunları belirmiş; ardından ilk tekgözeli canlılar. Sonra balıklar; derken onlar karaya çıkmış, kuşa, öbür memelilere evrilmişler.
Canlılar tekgözeliyken, evrenin türlerin sürebilmesi için getirdiği üreme işi bölünmeyle yapılıyormuş; çokgözeli, çok işlevli varlıklar belirince, tür iki cinse ayrılmış; üreme de bu iki cinsin bir çift oluşturmasına bağlanmış.
Canlıların memeli türünden maymun önce iklimin son derece elverişli olduğu eski Habeşistan, yeni Etyopya’nın bol yağışlı, verimli ormanlarında olmuş; derken yerin göbeğindeki akkorun dışarı taşan parçacıkları o yörede aşılmaz sıradağlar oluşturmuş, bunlar da Hindistan’dan gelen muson yağmurlarının iç kesimi sulamasını engellemiş. O zaman, meyve yüklü ağaçlardan inmek zorunda kalmış atalarımız,boylarını aşan otlar arasında çok kolay av oldukları, ayrıca kendileri de beslenmek, avlanmak zorunda kaldıkları için arka ayakları üzerinde dikilmişler. Ayağa kalkınca, beynin göz bölgesine yaptığı basınç azalmış, beyin en yakın akrabamız şempanzeye oranla iki kez daha bölünme olanağı bulmuş, bu da tüysüz maymuna, insana iki yeni olanak getirmiş: sözlü dil ve düş kurma, tasarlama yeteneği.
Bütün canlılar gibi çok meraklı olan atalarımız Afrika’dan Ortadoğu’ya, Arabistan’a, Orta Asya’ya göçmüşler; derken sözlü dile yazı eklenmiş.
Sözlü-yazılı dil, insana hem sınırsız olanaklar sağlamış, hem ileriki yüzyıllarda başına onulmaz dertler açmış: ırkçılık, ulusçuluk belirmiş.
Dolayısıyla, bugün yeryüzü ve insanlık tarihini yazarken, anlatırken korkunç saptırmalar, sapıtmalar yürürlükte.
Değerli araştırmacılarımz Kâzım Mirşan ile Halûk Tarcan, Orta Asya’ya gelip yerleşmiş, binlerce yıl içinde yavaş yavaş bugün Türk adını verdiğimiz varlığa dönüşmüş insanın gerek o yörede, gerek dünyanın başka yerlerinde bıraktığı anıtlardaki, resimlerdeki, tabletlerdeki yazıları okuyup bunların Ön-Türk yazısı olduklarını belgeleriyle kanıtsalar da işe yaramıyor: Einstein’ın dediği gibi bir önyargıyı yıkmak atomu parçalamaktan zor olduğu için, şimdi parasal gücü elinde bulunduran sömürücü Batılılar bunu kafalarını kesseniz kabul etmiyor, bunlar okunamayan bir yazıdır deyip çıkıyorlar.Oysa daha geçende, Avustralya’ya sonradan gelmiş sömürgeci beyazların aklı başında kalabilmiş birkaçı oranın bilge, uygar halkı Aborojinlerin, 40 000 yıl önce Orta Asya’dan buraya göçmüş Türklerin torunları olduklarını, DNA’larında %95 ortaklık bulunduğunu kanıtladılar. Kanıtlasınlar, hiçbir işe yaramaz!
Biz yeniden özetimize dönelim.
İki cinslilik ortaya çıktıktan sonra, doğa, üremeyi güvence altına alabilmek üzere, türlerin erkeğini daha güçlü,gösterişli, parlak kılmış. Türeyim gözeleri (genleri) en güçlü erkeğin olabildiği kadar çok dişiyi dölleyebilmesi, ister istemez, öbür erkekleri sindirip uzaklaştırmasını, bunun için onlarla kıyasıya dövüşmesini gerektirmiş. Gerçi kimi kuş türleri bunun dışında, onlar ömür boyu tek eşle yetiniyor, birbirlerine sımsıkı bağlı, ama bizim de içinde bulunduğumuz memelilerde bu kavga çok amansız. Ve yeryezündeki bütün savaşların, yıkımların temelinde bu var.
Oysa yukarda değinmiştim, beynimiz şempanzeye göre iki kez daha fazla bölünerek yeni olanaklara kavuşmuş; ille de tüyünüzün daha parlak, bileğinizin daha güçlü olması gerekmiyor göz diktiğiniz dişiye yanaşabilmeniz için; ancak, o erkeğin beyninin bunu düşünüp uygulayabilmesi için, tıpkı bilgisayardaki gibi, içine doğru bilgilerin, izlencelerin yüklenmesi gerekiyor. Buysa, bir avuç cinsel açıdan güçsüz vebalının doyurulamayan, doyurulamayacak hırsları yüzünden, olanaksız.
Deme ki canlı varlığın, memelinin temel gereksinmelerinden biri kendini önce dişilere, sonra öbür varlıklara beğendirmek; bunu bileğinin ya da beyninin, bilgisinin gücüyle yapamayınca, çözümsüz bir aşağılık duygusu beliriyor.
Osmanlı Sultanları Viyana kapılarına dayandıkları günlerde, bilerek bilmeyerek gizli bir tuzağa düşmüşler; güzelim Anadolu kızlarını bir yana itmiş, tutsaklar arasından seçtikleri dilberlerle sarılışmışlar. Oysa, hepimiz Etyopya ormanlarından yola çıkmış olsak da, araya sözlü-yazılı diller, özellikle de parasal-siyasal çıkarların gözde aracı dinler girdiğinden, aldıkları dilberler kim bilir ne oyunlar etmiştir hepsine, dolayısıyla bütün Osmanlı halkına?
Kıllı kılsız bütün maymunların temel davranışlarından biri de öykünme, biliyorsunuz; doğduktan sora öncelikle anamıza öykünerek öğreniyoruz insana özgü her şeyi, konuşmayı, yürümeyi, oynamayı. Toplumsal, dünyasal yapılanma sömürüden, yalandan, talandan arındırılmış olsaydı örneğin Küba’daki gibi, öykünme hep daha iyiye, doğruya, güzele olurdu.
Bizim de zorla içinde tutulduğumuz anamalcı tüketim dünyasındaysa, üstelik bütün etkileme, yoğurma araçları ellerinde olduğundan, öykünme ne yazık ki en çürümüşe oluyor.
İnsanın 6 milyar kişi arasında kendi benzersizliğinin ayrım ve tadına varabilmesi için Atatürk, Fidel, Chavez gibi sağlam ve sağlıklı kalabilmiş olması gerekiyor.
Bu olamayınca, özellikle bizim kimi “okutulmuş”lar gibi, üç beş dolara, bir ödüle, bir sırt sıvazlamaya, bir geziye, giydirilen bir yalancı cüppeye teslim oluyor; hem yurttaşlarınıza, aslında hem kendinize en büyük kötülüğü ediyorsunuz. Ve bütün bu rezillikleri insanlığın bulup geliştirdiği en yüce, en değerli kavramları ayağınızın altına alıp çiğneyerek yapıyorsunuz.
Ama en doğru tanıyı Marx’la Freud’un öğretilerini kusursuz bağdaştırmış büyük ruhçözümcü-düşünür Wilhelm Reich koymuş: bunlar duygusal vebalılar!
Şu güzelim mavi gezegende konukluğumuzun gelip geçici olduğunu; canımız da içinde, hiçbir şeye sahip olamayacağımızı; olsa olsa, şu kısa ömürde hem kendimizi, hem insan kardeşlerimizi, dahası canlı cansız bütün varlıkları koruyup kollayıp mutlu etmeyi sürdürmemiz gerektiğini; güzelim halkımızın bir ozanı aracılığıyla söylediği gibi, vakit geçirmeye virânenin yeteceğini bilmiyor, öğrenmek de istemiyorlar!
Bakalım bu amansız, sonu korkunç çekişmeyi ölüm tacirleri mi, dirimi savunanlar mı kazanacak?

Hiç yorum yok: