1 Eylül 2007 Cumartesi

DEMOKRASİ OYUNU

Etkili bütün kişi ve kurumların suçortaklığıyla öyle bir seçim yaşadık ki, karabasan gibi; ne seçmen listeleri sağlıklı, ne bilgisayarlı döküm sayım bildirim işlemleri; meclise girebilenlerden MHP’nin İzmirli yöneticilerinden biri, göz atabildiği 20-30 sandıkta, CHP ya da MHP oylarının açıkça AKP’ye kaydırıldığını saptadı; ama ne kendi partisinin başkanı, ne Atatürk’ün partisinin başına çöreklenmiş adam bunu yargıya taşımaya kalkıştı; hepsi, 5 yıl daha seçilip rahat koltuklara gönderilmiş olmayı kazanç sayıp sustular.
Elde kalmış ender dürüst gazetecilerden Vedat Yenerer, YSK başkanına sormuş, neden sandık sandık seçim sonuçlarını açıklamıyorsunuz? diye, beyefendi, bu bir idari karardır, zaten geçen seçimde de açıklamamıştık, yanıtını vermiş. Ne güzel değil mi? bu durumda aslında oy pusulası bastırmaya., onca insanı yollara dökmeye, sandık kurulu oluşturmaya, tanıtım kitapçıkları ya da duyuruları bastırmaya, kısacası onca para harcamaya da gerek yok, bizim yerimize bilgisayarlar (daha doğru deyişle bilgisaptıranlar) sonucu duyurur, herkes rahat eder.
İşin aslını Küba gibi ülkeler çoktan görmüş, ve bu sözümona çokpartili, özgür (?) seçimlere son vermiş, her mahalle kendi yerel ya da ulusal yönetim temsilcilerini aday gösteriyor, bunlar arasından seçilenler il genel meclislerinde ya da ulusal mecliste görev başına geliyor. Bu oyunu çok iyi bilen anamalcı sömürücüler yıllardır bağırıyor, siz de bizim seçim dizgesine dönünnn! diye, ama insanın azıcık aklı, ulus, yurt sevgisi varsa bu tuzağa düşer mi?
Gerçek araştırmacı ve yazarlarımız yıllardır yazdı anlattı bu çirkin oyunu; örneğin Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında adlı yapıtında, başta ABD, bütün öbür anamalcı soyguncuların başındaki bir avuç acımasız talancının paralarını ve bütün öbür olanaklarını birleştirip dünya halklarını soyup soğana çevirmek üzere hangi insan yiyen sivil örümceği ördüklerini; bu ağa soyacakları ülkelerden kimleri gönüllü ya da paralı uşak ettiklerini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Anlattı ama, bu uyarıcı bilgileri kullanacak gerçekten önce ulusunu, sonra bütün insanları, dahası canlı cansız varlıklarıyla şu güzelim mavi gezegeni seven, kollayan, doğal ömrünce yaşamasını sağlamaya çalışan yöneticiyi ara da bul! Ancak, şu açık ki, sözü geçen yöneticileri yetiştiren, ortaya çıkmalarına izin veren, destekleyen de o ülkenin anamalcıları, hani şu allı pullu deyimle işadamları (?).
2 Eylül tarihli Aydınlık’ta, yatırım uzmanı Murathan Uğur’la yapılmış çok önemli bir söyleşi yayınlandı: Türk Piyasasını Merryll Linch Finanse Ediyor. Rastlantı ya da gerekliliğe bakın , bu ölüm meleğinin adı yargısız infazın ta kendisi: taşa tutup paralama, linç.
Bu korkunç yengemiz, uğraşdaşı Soros gibi, uluslararası çetenin para kaynaklarını yönlendirmekle görevli; Londra’da çalışıyor; soyulacak ülkelere o cilâlı terimle sıcak para akışını yönetiyor. Borsada ya da yabancı paranın o gün kaç lira olacağında karar onun iki dudağı arasında; işbaşına getirdikleri partileri, bunların koşulsuz hizmet sözü veren yöneticilerini rahatlatmak üzere, buyurduğu an dolarlar, avrolar akıyor o ülkeye. Dolayısıyla, bu büyük timsahların dışında, borsaya para yatıran ya da geleceğini bir ölçüde güvence (?) altına almak üzere yabancı para alan sıradan yurttaşlar her durum ve koşulda amansızca soyuluyor. Söyleşiden yalnız iki rakamı anımsatayım: işlerini yürütmek üzere doları 1 600’den alan kuruluşlar satarken ancak 1 300 alabilmişler; yürütmenin işlerini çevirmek üzere piyasaya sürdüğü hisse senetleri 2002’de 2000 YTL iken, bugün 6 000 YTL olmuş; kolunu oynatmadan elde edilen getiriye bakın: %200. Buna dolardaki düşüşü de eklerseniz, %300 olur, diyor Murathan Uğur.
Böyle rahat, güvenli kazanç dünyanın hangi ülkesinde var? Serbest piyasa, küreselleşme elbet, ama yalnız bir avuç soyguncu için! Kuşkusuz, yerli suçortaklarına da pastadan kırıntılar, başka bir deyişle trilyonlar ayrılıyor. Halk mı? aa, bütün dünya halkları böcek nasılsa, sapır sapır ölseler de olur; ölümler sürdürülen bu soygunun ayakta kalabilmesi için, doğumlardan az tutuluyor nasılsa.
Bu yurdu, bu güzelim dünyayı gerçekten sevenlerin sayısız kez vurguladıkları gibi, şu anda ülkemizin tepesindeki en büyük tehlike kimi sivil ya da askerlerin ısrarla vurguladıkları gibi ne biçimsel laiklik, ne türban; küresel soygun ve talana karşı koyabilecek, ülkenizi, insanlarını dolayısıyla aslında kendinizi koruyabilecek misiniz?
Bu iç karartıcı alandan sanata, sanal dünyaya geçelim en iyisi.
YKY yayınları, Abdülkadir Budak'ın 1978-2007 arasını kapsayan toplu şiirlerini basmış, gönderdi: Dalgın Rüzgâr.
Toplam 11 kitabı bir arada Budak’ın.
Birkaç şiirini paylaşalım. İlki Endişeli Fesleğen’den.

CAHİDE

Elmasın buzlu cama dönüştüğünü gördük
Bizden her şey umulur Cahide’yi gömdük biz
Şarapla ay ışığını karıştırıp içiyorduk
Şarap bitti ay battı sonunda Cahide’siz

Gecekondumuz yokken saraylar kurardık ona
Çarşılara çıkardık gelinlik bakmak için
Gözyaşı kolyesiydi her bir sinema koltuğu
Film biterdi esas oğlan Cahide’nin koynunda

Ah yazlık sinemalar dört mevsimlik Cahide
Sinemalar yıkıldı kuşlar içimizden pırrr!
Bıraktığın boşluğu karayla doldurdu deniz
Gemiler batar Cahide bıçak kanatır

Üşengeç postacının yırttığı mektup gibiydik
Etine dolgun Marilyn rüyalar prensesi
Yazlık sinemalar kuşağının eskimeyen sorusu
- Öpülecek haldeyken kimler öptü Cahide’yi

İkinci şiir Geçti İlkyaz Denemesi’nden.
GÜL SICAĞI

Isınıyor gül
Kelebek sevinciyle
Seslerini arıların
Katıyor kendi sesine.

Gül diyor ki:
Tozlarıma dokunduğunuz zaman
Işır parmak uçlarınız
Ama benden ne kalır
Gül olarak geriye

Hani yeri gelmişken
Söylemek isterim size
İncelik koklamada beni
Koparıp götürmekte değil
Sevdiklerinize

Isınıyor gül
O’nu senin yanına getirdim deyince

Gülün çalımına bak

Berfin/ Bahar. S. 115. Eylül 2007.