1 Haziran 2007 Cuma

BURHAN UYGUR

Sibel Bilgin, geçen yıl, Kuzguncuk’taki Harmony Sanat Galerisi’nde, Yusuf Katipoğlu’nun sergisinde söz etmişti eşi Floor Kooij’le birlikte çektikleri belgeselden; o sergide, Katipoğlu ailesiyle ilgili kısa filmi göstermiş, Burhan Uygur/Sanatçının Tutkusu adlı ikinci filmininse bir örneğini çıkarıp eve getirmeye söz vermişti. Sonra çok daha iyi bir şey oluşmuş, Şakir Eczacıbaşı filmi 2007 Film Şenliği’nde gösterelim, demiş. Böylece filmi Beyoğlu Beyoğlu Sineması’nda görme olanağına kavuştu resim sanatını ve Burhan Uygur’u sevenler.
Geçen yılki sergide, filmin sözünü ettiğinde, yıllardır görmediğim, neler yaptıkların bilmediğim için Sibel-Floor çiftinin ne yapabileceklerini kestirememiştim doğal olarak. Ama filmi görünce yürekten alkışladım: sevgili Burhan’ı hem beni yakından tanıyanlar, hem hiç görmemiş, belki yapıtlarını da görememiş olanlar için gerçekten doyurucu bir yapıt ortaya koymuşlar.
Belki Burhan’ı yakından tanımış, fırtınalı yaşamına ortak olmuş herkesle konuşup izlenim derleyememişler, ama konuşup çektikleri bu gerçekten sıra dışı ressamı yansıtmaya, anımsatmaya yetmiş. Kısa yaşamöyküsü fotoğraflarla, resimlerle, canlı çekimlerle süslenmiş; bu sözü ve fırçası duyarlı, kırılgan ozan defterlerine yazdığı, resimlerinin orasına burasına serpiştirdiği şiirimsi sözlerle çarpıcı biçimde anlatılmış. Erişilebilen dostları onu sanatına yakışan anılarla, tanıklıklarla anlatmışlar. Filmin oluşturulmasında kullanılan yerler, kişiler, olaylar tam gerektiği gibiydi. Müzik, kurgu, her şey tam gerektiği gibi.
“Resimlerim bana can verir, ben de onlara canımı” demiş bu özü sözü bir, ilkesine ödünsüz bağlı, içten mi içten Karadeniz uşağı böylece tek bir filmle de olsa unutuluşun karanlık sonsuzluğundan kurtarılmış.
Gerçi ancak bir gün gösterilebildi, sevenlerinin, seveceklerinin kim bilir ne kadar azı gelebildi; olsun, film elde ya, nasılsa yeni yerler bulun gösterilir.
Sibel Bilgin- Flor Kooij çiftini yeniden alkışlıyor, bize bu belgeseli kazandırdıkları için teşekkürler ediyorum.
Bir başka teşekkür de bilgisayara, iletişim ağına: yıllardır göremediğim, haber alamadığım Tuncer Uçarol, adın unuttuğum becerikli bir insan kardeşimin hazırlayıp gönderdiği, benim de daha başkalarıyla birlikte paylaşmak üzere taa Avustralya’larda yaşayan Nihat Ziyalan’a yolladığım geçmişin güzel anılarıyla ilgili bir ileti ondan da kendisine gelince seslendi. Böylece hem ondan, hem ortak dostumuz Ali Yüce’den kısa da olsa haber alabildim.
Sonra, Genel-İş Sendikası’nın düzenlediği 2005 yılı “Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması”ndan yaptığı iki seçmeyi gönderdi: Timsahın Ağzındaki Usta ve Kadın İşçiler.
Anlayacağınız gibi, bunlar kadınlı erkekli emekçi kardeşlerimizin yazdığı öyküler; amansız, acımasız çalışma dünyasından fışkırmış çığlıklar. Kitapçılarda bulamazsınız elbet, ancak sendikaya seslenirseniz edinip okuyabilirsiniz.
Sevgili Muzaffer İlhan Erdost, “Sana Çiçek Getirdim” adlı sergisiyle Nâzım Hikmet Vakfı’nın galerisine konuk geldi. Bilmem gidip görmeye fırsat bulabildiniz mi bu içten, alçakgönüllü, yalansız dolansız resimleri?
Uğur Yıldırım, Truva Yayınları’nın bastığı Direnen Bir Devletin Öyküsü/Misliyle Mukabele adlı kitabın gönderdi.
Yıldırım kitabında, yaşadığımız belli başlı büyük olaylarda haberalma örgütlerinin payını, yerine getirilen görevlerde yer almış insanların ağzından tanıklıklarla anlatmış. Sinagog patlamaları, İsrail’de öldürülen binbaşı, Belçika’dan TIR’larla PKK’ya gönderilen silahlar, 12 Eylül öncesi Alevi yurttaşlarımızı hedef alan Kahramanmaraş kıyımı gibi bir yığın çarpıcı olayın ele alındığı yapıt meraklısı için gerçekten çok ilginç.
Kapkara bir yel, günün birinde, sevgili Nihat Ziyalan’ı alıp çok uzaklara, Avustralya’ya savurmuştu; kaç yıl oldu yurdundan kopalı? Bereket dilinden, şiirden hiç kopmadı. Çeşitli dergilerde görüyorum hâlâ yanık türkülerini. YKY’nın bastığı Sevgili Şiir’i yakın arkadaşı Mehmet Bacaksızlar aracılığıyla yolladı.
Özenle basılmış kitaptan bir şiiri paylaşalım.

UZAKLAŞAMADIĞIM

Tostağa Niyazi’nin kızı
okul forması
şapkasıyla
sokaktan her geçişte
karnımda yenilenen bir ağrı

aynı sokağa
döndüm elli yıl aradan
tanımadı kimse

bulamadım
anamı babamı
çocukluğumu konuşacak birilerini

harabeydi
sırtımı yaslayarak
sokağı gözetlediğim babaevi

çökmüştü
kuş uçurduğum damı
altında şalgam fıçıları

merdiveni
basamakları
bulamadım

yolun sonunda
Tosbağa Niyazi’nin kızı
eteğiyle
çorabının arasındaki teni
uzaklaşmadan yürüyordu yalnız

el salladı
yüzünde
tozlanmış bir gülümseme
uzaklaşmadan yürüyerek.


Berfin/Bahar. S. 112. Haziran 2007.