29 Kasım 2006 Çarşamba

“SİVİL CASUS”

“Sivil Casus”, genç yazar Kaan Turhan’ın IQ Kültür Sanat Yayıncılık’ın bastığı 736 sayfalık çalışmasının adı; onu Türk okurlarına ilkin Ulusal Kanal’da sevgili Vural Savaş duyurdu Pazar akşamları yaptığı söyleşilerin birinde.
Adından da anlaşılacağı üzere, Mustafa Yıldırım’ın Sivil Örümceğin Ağındası’sının akrabası; Turhan da Yıldırım gibi, doymak bilmez anamalcı ülkelerin, o arada ABD’nin dünyanın iliğini kemiğini yutmak üzere uydurup sabahtan akşama yirmi dört saat ellerindeki bütün yayın araçlarıyla zavallı insanların beyinlerine çaktıkları sivil toplum ve onun örgütleri kandırmacasının çok titiz, ayrıntılı dökümü.
Ulusal Kanal’ın hazırlayıp sunduğu çok değerli, önemli Gizlenen Atatürk belgeselinde de sık sık vurgulandığı üzere, anamalcı soygun ve talanın sürebilmesi için, kimi temel kavramların ve onları simgeleyen insanların yıpratılması, gözden düşürülmesi, eritilmesi gerekiyor; bunların başında şimdi Ulusal devlet, kamu yararı, planlı yaşama ve kalkınma geliyor elbet; dolayısıyla bu kavramları savunan, simgeleyen insanlar: Mustafa Kemâl Atatürk, Fidel Castro, Hugo Chavez, Morales falan.
Kaan Turhan, bu önemli çalışmasının daha başında, şu zehirli elma şekerinin, sivil toplum’un, kuramcılarından birinin, Hayek’in ağzından tanımını anımsatıyor: hür bir toplumda(?), toplumsal hayatın temelleri, bilinçli planlamadan çok, toplumsal gelişmeye bağlı olmalıdır…dolayısıyla, devletçiliğin en aza indirgendiği sivil toplum anlayışında, toplumsal ya da yeniden dağıtımcı adaletin yetkinlikten uzak olduğu vurgulanmakta ve yürütmenin keyfi yetkilerini en aza çekecek bir anayasal düzende ısrar edilmektedir”.
Bu tür laf ebeliklerinin hepsinde olduğu gibi, burada da, bugün kullanılan bütün terim ve kavramlar karman çorman art arda sıralanmış olsa da, işin özü belli: aman soyguncuların özgürlüğüne toplum adına kısıtlama, yasak getirmeyin; bırakın yesinler yutsunlar! Onlar yuttukça, siz de televizyonlarda, gazetelerde, uzaktan bakar yalanırsınız!
Nitekim başka bir gözbağcı, Prof. Norman Barry, hiç çekinmeden, şöyle diyebiliyor: “sivil toplumla liberalizm arasında yakın bir ilişki bulunduğu açıkça bellidir: iki öğreti de bireysel özgürlükten, azınlık haklarından ve siyasetten etkilenmeyen bir hukuk dizgesinin korunmasından yanadır.”
Kaan Turhan, canımızı yakan her alan ve konuda, özelleştirme, kamu yatırımlarının yağmalanması, bankacılık, çevre, siyanürle altın arama, Hasankeyf gibi tarihsel kalıtların sular altında bırakılması gibi usunuza gelecek her sorunda, uzmanlarına, belgelere dayanarak anımsatmalar yapıyor; çıldırmış sömürücülerin amansız saldırıları ve onların yerli ortakları karşısında güzelim yurdumuzu, canımızı nasıl koruyabileceğimizi düşünüp çözüm bulabilmemiz için hepimize çağrıda bulunuyor.
Titreyip kendimize dönebildiğimiz zaman uygulayacağımız örnek içinse, sevgili Atatürk’ün, çorak Ankara’da, şimdi hırsla talan edilen, adını verdiği çiftliği kurarken uyguladığı yöntemi anımsatıyor:
“Çiftliğin, insan, bitki ve hayvanlarının gereksineceği suyu karşılamak üzere, üretimliğin elverişli yerlerine birer küçük Van Gölü, Marmara Denizi, Karadeniz oturtmuş:”
İnsan kimin için, ne yapmak istediğini biliyorsa, işte böyle en doğal, en gösterişsiz, en kestirme yoldan çözümünü de yaratıyor.
Dünyanın bütün öbür soylu halkları gibi, Türk halkı da, Orta Asya’dan dünyanın dört bir yanına düzen, uyum, uygarlık götürmeye başladığı günden beri, bunu eksiksiz biliyordu; yukarıda andığım belgeselde Mustafa Kemâl Atatürk’ün, giderini cebinden karşılayarak daha Sivas’ta çıkarmaya başladığı Ulusal Egemenlik gazetesinde bıkıp usanmadan yinelediği gibi, insanlığın biricik amansız düşmanı anamalcılık, ve onun kaçınılmaz türevi buyuruculuktur; bütün ezilenler el ele verip bu mikrobu yok etmedikçe, kimseye rahat, erinç, mutluluk yok!