1 Eylül 2006 Cuma

ÜZÜMLÜ KÖYÜNÜN DASDAR’I

Cumhuriyet Dört Mevsim Gezi’de Lütfü Özgünaydın yazdı, Fethiye’nin Üzümlü Köyü, çok sevindirici bir girişimdi bulunmuş ve başarıya ulaşmış. Fethiye Esnaf Kefalet Kooperatif Başkanı İsmail Başoğlu önayak olmuş, yörenin bir zamanlar en gözde dokuması “dasdar”ı canlandırmışlar.
Yüzüstü bırıkalmış eski tezgahlar elden geçirilmiş, yenileri yapılmış; kumaşın dokunuşunu bilen ustalarla bir yetiştirme okulu açmışlar, köyün kadınları koşup bu eski işi öğrenmiş, güzelim kumaşlar dokumuşlar. O köyden Fatma Özbalı öne düşmüş, köyün terzileri bu kumaşlardan giysiler dikmişler; o giysileri köyün kızları giyip fotoğraf çektirmiş, ürünlerin tanıtımı sağlanmış. Şimdi gerek yurt içinden gerek yurtdışından sipariş alıyorlarmış.
Lütfü Özgünaydın da, köyün kızlarından Ülkü Koca, Sevtap Özer, Dilek Ergün ve Yağmur Çıtalı’nın bu giysilerle resimlerini çekip dergiye basmış.
Bu güzel örnek, insanı sevindiriyor elbet, ama ondan daha çok üzüyor: dasdar gibi yurdumuzun dört bir yanında kim bilir daha ne ince, güzel ürünler vardı; dünyanın her köşesinde daha ne inanılmaz yaratılar vardı? Hepsi, her şey, çıldırmış tekelci anamalcıların kurbanı oldu yıllardır, hâlâ olmakta.
Bu tasarıyı, her gün, her saniye ülkemizi çökertmek için karar üstüne karar alan; bildiri üstüne bildiri yayınlayan; eleştiri değil düpedüz ezme belgeleri hazırlayan AB (?) desteklemiş.
Oysa bütün ülkelerin soyulan yutulan, bu soygunun sürebilmesi için silahlara harcanan artıdeğerlerinin işte bu ürünlere ayrılması gerekirdi. O zaman dünyamız çiçeklerine denk renklere bezenmiş ürünler, bunları giyip salınan mutlu, mutluluk dağıtan kadınlarla dolardı.
Oysa ülkemin kadınları her gün acılar içinde çığlık atmaktalar: kandırılmış Kürtlere bir yurt kazandırmak üzere savaştıklarını sanan PKK katillerinin vurduğu, parçaladığı çocuklarının gömme törenlerinde üç günlük siyasal erkleri uğruna her şeyin başı ABD’ye teslim olmuş yöneticilerimize ilençler yağdırmaktalar.
Yalnız onlar mı? Iraklı, Afganlı, Lübnanlı analar bacılar kızlar da, bombalarla yanıp uçmamışlarsa, yeri göğü inletmekteler.
Ama kuşkusuz bu ağlayıp inlemelerin, ilenmelerin hiçbir yararı yok: gözü gönlü dönmüş para ve erk düşkünleri bunlara hiç aldırmaz; olmayan BM’lerde o azılı katillerle aynı çatı altında, aynı masada oturup beş bin yıllık sümürücülerin vetolarına kuzu kuzu boyuneğenler silkinip bütün dünya ezilenlerinin önüne düşmedikçe; üstelik onları serbest piyasada yenmek üzere değil, Küba’daki gibi, yeni, insanca bir toplumsal düzen yaratmak üzere çalışmaya koyulamadıkça, en küçük bir umut yok.
*

Yeryüzündeki bütün varlıkların, o arada insanların da hakkı olan bu güzel düzeni yaratamadığımıza göre, gelin sanal uyum dünyasına sığınalım.
Dünya Kitapları, Zeynep Uzunbay’ın nicedir bekleyen şiirlerini sonunda bastı:Yara Falı.
Özenle basılmış kitaptan bir iki şiiri paylaşalım.

h


“Neden bana gerçeği anlatmadın?”

şimdi ben böyle büyük yara görmedim
ben bunun neresinden baksam eksik kalır
ne söylesem üstünden
yine de…

dünyaya yeter bir ayna bu yara
yürürsen, bakarlarsa
bakacak göz kaldıysa
- gerçi ay var –
bakıp dönerlerse içlerine
harflerini bulurlarsa korkunun
ancak o zaman
bir gül dalı olup sarkacaksın dünyaya
artık güzel güzel yaşlanırsın
( beni gördüm)
şimdi git!
(çıplağım, yarayım.)
doya doya utandım
artık git!

her dilden şarkıyı anlıyor bu özlem

yoksa niye büyüsün ki
sırları da çözüyor ama söylemiyor bana
ara dur, uyuma!

gece biriktirdiğim adıyla doldurdum göğü
adının çok halini saydım basamaklarda
adımlarımı yokluğuna ayarladım
koluna girdim boşluğunun
el ele geçtik karşıya
hafif yan dönüp biraz kaldırıp başımı
her günaydında gülümsedim ona
kuşlar öttü, otlar koktu, otobüs geldi
biz durunca duran yürüyünce yürüyen
bir dal güle benzeyen bulut
şimdi nereye, o nerde?